Atatürk Köşesi

- Atatürk'ün Hayatı :


Kurtuluş Savaşı’mızın önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selânik’te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi’ndeki üç katlı pembe bir evde doğdu. Babası Selanik ilkokulu öğretmenlerinden Kırmızı Hafız sanıyla anılan Ahmet Efendi’nin oğlu Ali Rıza Efendi, annesi Sarıgüllü Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Efendi’nin kızı Zübeyde Hanım’dır.
Ali Rıza Efendi Selanik Evkaf katipliğinde ve gümrük memurluğunda bulunmuş, 1871 yılında Zübeyde Hanım’la evlenmiştir. 1876’da Selanik Asâkir-i Milliye taburunda birinci mülazım olarak görev alan Ali Rıza Efendi daha sonra kerestecilik ile uğraşarak serbest ticaret yapmıştır. Atatürk’ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda ölmüş, sadece Makbule Hanım (Atadan) 1956 yılına kadar yaşamıştır.

Atatürk’ün Okul Yılları

Mustafa öğrenim çağı geldiğinde anne ve babası arasında görüş ayrılığı belirdi. Zübeyde Hanım, oğlunun geleneklere uygun bir törenle mahalle mektebine verilmesinden yanaydı. Ali Rıza Efendi ise yeni yöntemlerle eğitim yapan Şemsi Efendi Okulu’na gitmesini istiyordu. Ali Rıza Efendi Zübeyde Hanım’ında isteğini dikkate alarak Mustafa’yı ilk önce mahalle mektebine ardından da Şemsi Efendi Okulu’na gönderdi. Mustafa, 1888 yılında babasını kaybedince bir süre öğrenimine ara verdi.
Bu olay üzerine büyük sorunlarla karşı karşıya kalan Zübeyde Hanım, çocuklarını yanına alarak Selanik yakınlarında Langaza’daki Rabla Çiftliğinde çalışan ağabeyinin yanına gitti. Zübeyde Hanım, daha sonra Mustafa’yı okulsuz bırakmamak için çocuklarıyla birlikte Selanik’te bulunan kız kardeşinin yanına döndü. Selanik’e dönüp okulunu bitiren Mustafa, Selânik Mülkiye Rüştiyesi’ne kaydoldu. Annesinden gizli Askeri Rüştiye sınavlarını kazanarak 1893’te Selanik Askeri Rüştiyesi’ne yazıldı. Bu okuldaki matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi tarafından adına “Kemal” ilave edildi.
Rüştiye’yi bitirdikten sonra Manastır Askeri İdadisi’ne girdi (1895). Mustafa Kemal’in fikir hayatının oluşmasında ve gelişmesinde Manastır Askeri İdadisi’nde okuduğu dönem oldukça etkili oldu. Manastır Askeri İdadisi’ni başarı ile bitirdikten sonra 1899’da İstanbul Harp Okulu’nun piyade sınıfına yazıldı. 1902 yılında Harp Okulu’nu, 1905 yılında da Harp Akademisi’ni bitiren Mustafa Kemal, Kurmay yüzbaşı olarak Osmanlı Ordusu’na katıldı.

Atatürk’ün Askerlik Yılları

İlk görev yeri 11 Ocak 1905’te atandığı merkezi Şam’da bulunan 5. Ordu idi. 1907’de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır’a 3. Ordu’ya atandı. 19 Nisan 1909’da İstanbul’a giren Hareket Ordusu’nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa’ya gönderildi. Picardie Manevraları’na katıldı. 1911 yılında İstanbul’da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
İlk katıldığı savaş 1911 yılındaki Trablusgarp Savaşı olmuştur. 6 Mart 1912’de Derne Komutanlığına getirildi. Derne ve Tobruk’ta İtalyanlara karşı kazandığı başarılar, onun askerlik yeteneğinin ilk kanıtıdır. Ekim 1912’de Balkan Savaşı başlayınca İstanbul’a çağırıldı. Mustafa Kemal, I. Balkan Savaşı sırasında Çanakkale ve Gelibolu’nun savunulması için kurulan Akdeniz Boğazı Birleşik Kuvvetler Harekat Şubesi Komutanlığı’na atandı (25 Kasım 1912). II. Balkan Savaşı’nda Bolayır’da hazırladığı birliklerle Edirne’nin geri alınmasında görev aldı.
27 Ekim 1913’te Sofya’da, Balkan ülkeleri Askeri Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915’te sona erdi.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı’nda  düşmana ağır kayıplar verdirten Mustafa Kemal, 18 Mart 1915’te Çanakkale’deki büyük destanı, emrindeki askerler ile birlikte yazarak, düşmana “Çanakkale geçilmez” dedirtmiştir. Mustafa Kemal askerlerine “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!” diyerek savaşın kaderini değiştirmiştir.
Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşları’ndan sonra 1916’da Edirne ve Diyarbakır’da görev aldı. 1 Nisan 1916’da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis’in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep’teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917’de İstanbul’a geldi. Veliaht Vahidettin Efendi’yle Almanya’ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten sonra rahatsızlandı. Viyana ve Karsbad’a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918’de Halep’e 7.Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelip Harbiye Nezâreti’nde (Bakanlığında) göreve başladı. Mondros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri’nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. 

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Yılları

22 Haziran 1919 yılında Amasya Genelgesi’ni yayımladı. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi’ni toplayarak vatanın kurtuluşu için takip edilmesi gereken yolun belirlenmesini sağladı.
23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasının hemen ardından, 24 Nisan 1920’de Meclis ve Hükümet Başkanlığına seçildi.
Mustafa Kemal, 23 Ağustos-12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Savaşı’nı ve 30 Ağustos 1922’de düşmanın tamamen yurttan atıldığı Büyük Taarruz’u bizzat yöneterek Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini kazanmasını sağlamıştır.
Sakarya Zaferinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi 19 Eylül 1921’de Mustafa Kemal’e Mareşal rütbesi ile Gazi ünvanı verdi. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile de Kurtuluş Savaşı sona ermiş oldu.
Mustafa Kemal, 13 Ağustos 1923 tarihinde TBMM Başkanlığına tekrar seçildi. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi ve oybirliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. TBMM, Mustafa Kemal Paşa’yı 1927 ve 1931 yıllarında da Cumhurbaşkanı olarak seçti.
24 Kasım 1934’de Soyadı Kanunu gereği TBMM’nce Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verildi. 1935 yılında Meclis, Atatürk’ü dördüncü kez yeniden Cumhurbaşkanı olarak seçti.
Atatürk, yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaşlaştırmak adına siyasal, toplumsal, hukuk, ekonomik, eğitim ve kültür alanında birçok devrimler gerçekleştirdi.

Atatürk’ün Özel Yaşamı
 
1923 yılında Latife Hanım’la evlendi. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Afet, Sabiha, Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. İhsan ve Abdurrahim adlı çocukları da himayesi altına alarak yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı. Mirasından manevi evlatlarına, kız kardeşine, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Çiftliklerini Hazine’ye bıraktı.
Atatürk, kitap okumayı, müzik dinlemeyi, yüzmeyi, ata binmeyi ve dans etmeyi çok severdi. Bütün spor dalları ile ilgilenir, güreşe de özel bir ilgi duyardı. Tavla oynamaktan büyük keyif alırdı. Akşam yemeklerine devlet adamlarını, bilim adamlarını, sanatçıları ve önemli kişileri davet ederek devlet meseleleri hakkında sohbet ederdi. Doğayı çok sever, temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Almanca ve Fransızca biliyordu.

Atatürk’ün Son Yılları
 
Hastalığının ilk belirtileri 1937 yılında ortaya çıkan Atatürk, 1938 yılı başlarında Yalova’da bulunduğu sırada, ciddi olarak rahatsızlandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç vermesine rağmen tamamen iyileşmeden Ankara’ya yaptığı yorucu yolculuk, rahatsızlığının artmasına sebep oldu.
Hastalığı esnasında da kendi sağlığını hiçe sayarak devlet işleri ile devamlı meşgul olan Atatürk, bu tarihlerde Hatay sorunu ile de yakından ilgileniyordu. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana’ya geziye çıktı. Askeri birlikleri teftiş ederek tatbikat yaptıran Atatürk oldukça yorgun düştü.
Gerçekleştirmiş olduğu Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs’ta Ankara’ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul’a giden Atatürk’e doktorlar tarafından siroz teşhisi kondu. Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı’nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul’a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938’de Hatay Antlaşması’nın yürürlüğe girmesi Atatürk’ü çok sevindirip moralini düzeltti.
Temmuz sonlarına kadar Savarona’da kalan Atatürk’ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı’na nakledildi. O’nun hastalığını duyan Türk Milleti sağlığı ile ilgili haberleri sürekli takip ediyor ve iyileşmesini diliyordu.
Atatürk, 29 Ekim 1938 yılında Türk Ordusu’na yolladığı mesajda, “Türk vatanının ve Türk’lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır” diyerek orduya olan itimat ve güvenini tekrar etti.

Atatürk’ün Ölümü

Tüm çabalara rağmen hastalığı giderek artan Atatürk, 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda, saat dokuzu beş geçe hayata veda etti. 21 Kasım 1938’de Etnoğrafya Müzesi’nde hazırlanan geçici kabre konulan naaşı, 10 Kasım 1953 yılında, yurdun her bir ilinden getirilen vatan toprakları ile hazırlanan ebedi istirahatgahı olacak Anıtkabir’deki mezarına törenle defnedildi.




- Atatürk'ün İlkeleri :


1- Cumhuriyetçilik:
    Tanımı : 
“Yönetim biçimi olarak millet egemenliğine dayalı, cumhuriyet rejimini öngörmek ve bunu bir yaşam biçimi olarak benimsemektir.”  
Cumhuriyetçilik ilkesinin esasları: 
Cumhuriyet; millet egemenliğine dayalı bir siyasi rejim yani demokrasidir. 
Demokrasinin kul, mürit veya teba değil, birey ve vatandaş Bilincinde olan, yasalar karşısında hak ve sorumluluklarını Bilen bir insan tipi ile ayakta kalabilir. 
Demokraside ; devletin ve milletin bütün eylem ve İşlemlerinin hukuk kuralları çerçevesinde olur. 
Hiç kimsenin yasalara aykırı davranma ayrıcalığı yoktur. 
Demokraside, siyasi görüş sahibi olma, siyasi parti kurma ve Periyodik olarak yapılan seçimlere katılma özgürlüğü Vardır. 
Demokrasilerde seçme ve seçilme özgürlüğünün ayrım Gözetilmeksizin herkese tanınır. 
Demokraside dil, din, mezhep, cinsiyet ve siyasal görüş farkı Gözetilmeksizin herkes yasalar önünde eşittir. 
Cumhuriyetçiliğe candan bağlı bir birey; anayasa, yasa ve Diğer hukuk kurallarına uyması gerekir. Anayasada Belirtilen hukuk devleti, sosyal devlet, atatürk Milliyetçiliği, insan haklarına bağlı devlet gibi Cumhuriyetin temel niteliklerini bir yaşam tarzı haline Getirir.   

2-Milliyetçilik:
    Tanımı : 
“Kişinin içinde yaşadığı toplumu sevmesi, onunla gurur duyması, onun yükselmesi ve ilerlemesi için her türlü fedakarlığı yapmasıdır.” : 
Milliyetçilik ilkesinin esasları
Milleti oluşturan unsurlar; dil, kültür, ortak geçmiş ve birlikte yaşama azmidir. Atatürk milliyetçiliğinde ırk ve din, milleti oluşturan unsurlar arasında sayılmaz, sadece ortak kültürü şekillendiren unsurlar olarak ele alınır. : 
Atatürk milliyetçiliği ;birleştirici, bütünleştirici ve kaynaştırıcıdır. : 
Irkçılık gibi, ayrıştırıcı yaklaşımlar reddedilir. : 
Atatürk milliyetçiliğinde bireyler, kendi çıkarlarından önce milletin çıkarlarını gözetir. : 
“Ne mutlu türk’üm diyene” vecizesinde ifade edildiği gibi kendini türk hisseden herkesi türk olarak kabul eder. : 
Atatürk milliyetçiliği’ne benimsemiş bir birey,geçmişteki tarihi bağlardan güç alarak kendi milletinin tarihiyle gurur duyar.ancak diğer milletleri küçümsemez. : 
Atatürk milliyetçiliği; günümüzde çağdaş ve modern devlet ve toplum yapılarının benimsediği“kültür milliyetçiliği”dir. : 
Irkçı ve şoven milliyetçilik anlayışları tarihten günümüze (bosna, kosova ve kafkasya örnekleri gibi) insanlığa kan gözyaşı ve yıkım getirmiştir.”Kültür milliyetçiliği” insanlığın barış ,huzur ve refah içinde yaşamasını öngörür. : 
Gereksiz yanan bir ışığın söndürülmesinin boşa akan bir musluğun kapatılması ve devlet malının korunması atatürk milliyetçiliğinnin bir gereğidir.

3-Halkçılık:
    Tanımı : 
“Kişilerin dil, din, mezhep, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş farkı gözetilmeksizin kanunlar önünde eşit olması ve halkın devlet için değil devletin halk için varolmasıdır. kısaca “halkın halk tarafından, halk için idaresidir”  
Halkçılık İlkesinin Esasları  
Halkçılık ilkesinde insanlar dil, din, mezhep, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş farkı gözetilmeksizin kanunlar önünde eşittir.  
Toplumsal sınıf kavramının yerine meslek gruplarının varlığını savunur. Toplumsal grupların çatışmasını değil,meslek grupları’nın dayanışmasını öngörür.  
Yönetim biçimi olarak demokrasiye dayalı cumhuriyet rejimini öngörür.  
Devlet;her türlü eylem ve işlemde halkın çıkarını gözetir.  
Atatürk inkılaplarının hepsinin halkçılık ilkesi çerçevesinde, halkın yararları gözetilerek yapılmıştır.  
Halkçılık ilkesine göre ülkemizde;ilkokuldan, üniversiteye kadar halka ücretsiz eğitim ve eğitimde fırsat eşitliği tanınmıştır.  
Halkçılık ilkesine göre ülkemizde;ihtiyacı olanlara devlet hastanelerinde ücretsiz sağlık hizmetleri verilir.  
Halkçılık ilkesine göre ülkemizde; ücretsiz kültür hizmetinin devletin ana görevlerinden biridir.  
Halkçılık ilkesine göre ülkemizde;halkın ihtiyacı olan altyapı yatırımlarının tümü devlet tarafından yapılır.  
En ücra köylere kadar okul, sağlık ocağı, yol, elektrik, su ve sulama hizmetinin , hiçbir çıkar gözetilmeksizin yapılan bir halkçılık ilkesi uygulaması olduğu bilinmelidir. 

4-Laiklik:
    Tanımı : 
“Kişi, toplum ve devlet yaşamına egemen olan kuralların tümünün akla ve bilimsel gerçeklere dayalı olması, bireylerin hiçbir baskı altında olmadan dinsel inanç ve ibadetlerinin gereğini yerine getirebilmesidir.”  
Laiklik ilkesinin esasları 
Laikliğin ancak demokratik yöntimlerde uygulanabilir.  
Laikliğin somut uygulama biçimi anayasamızın 24 üncü Maddesinde açıkça belirtilmiştir. 
( Türkiye cumhuriyeti anayasası madde 24 : “ Herkes,vicdan,dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir...ibadet dini ayin ve törenler serbesttir.kimse,ibadete,dini ayin ve törenlere katılmaya,dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz,dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.... Kimse,devletin sosyal,ekonomik,siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun,dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” ) 
Laiklik; temel hareket noktası olarak aklı ve Bilimi temel alır. 
Laik ülkelerde akla ve bilime dayalı olan pozitif hukuk Kuralları uygulanır. 
Dinsel hukuk kurallarının dogma olduğu için Güncelleştirilemez, dolayısıyla geçen dönem içinde Geçerliğini yitirerek toplum ve devlet yaşantısının İhtiyaçlarına cevap veremez. 
Laik bir devlette herkes istediği dini ve inancı seçebilir, İstediği dini ayin ve töreni yapabilir. 
Hiç kimse, dini ayin ve törenlere katılmaya veya Katılmamaya zorlanamaz. 
Hiç kimse, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya Zorlanamaz. 
Hiç kimse, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı Kınanamaz veya suçlanamaz. 
Dini inanç, ibadet ve kanaat özgürlüğünün devlet Tarafından güvence altına alınır. Buna aykırı hareket Edenler, türk ceza kanununun ilgili maddelerince Yargılanarak cezalandırılır. 
Laiklik, aklı kullanma becerisini en üst düzeye çıkaran Bir anlayıştır.  
Her türlü akıl ve bilim dışı hurafe laiklik tarafından Reddedilir. 
Laiklik ilkesi; bütün gelişmiş devlet ve toplum yapılarının Ortak anlayışıdır.  

5-Devletçilik:
    Tanımı : 
“Türk toplumunun ve devletinin ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirmek için devlet işletmeciliği ile özel sektör işletmeciliğinin birlikte ve uyum içinde çalışmasıdır.” 
Devletçilik ilkesinin esasları 
Devletçilik ilkesi; atatürkçü düşünce sistemi’nin ekonomi Teorisidir. 
Devletçiliğin ana hedefi, türkiye’nin ekonomik ve sosyal Kalkınmasını ivedilikle gerçekleştirmektir. 
Devletçilik ;devlet işletmeciliği ile özel sektör İşletmeciliğinin birlikte ve uyum içinde çalışmalarını Öngörür. 
Cumhuriyetin ilk yıllarında yeterli sermaye birikimi Olmadığı için özel sektör tarafından yeterli yatırım Yapılamamış, bu boşluğu devlet doldurmuştur. 
Günümüzdeki güçlü ekonominin temelleri, cumhuriyetin İlk yıllarında devletçilik sayesinde atılmıştır. 
Devletçilik ilkesi sayesinde türkiye Ekonomisi,günümüzde,dünya sıralamasında 17 nci sırada yer Almaktadır.  
Devletçilik anlayışı; özel sektör işletmeciliğine karşı Değildir. Tam tersine türk özel sektörü devlet eliyle Oluşturulmuştur.  
Devletçilik ilkesi çerçevesinde,günümüzde devlet özel Sektörün başarabileceği alanlardan çekilebilir.  
Atatürk’ün devletçilik anlayışı, özelleştirmeye karşı Değildir.akıl,bilim ve toplumsal gerçekler özellştirmeyi Öngörüyorsa buna karşı çıkmaz.  
Devletçilik ilkesi çerçevesinde,devlet; stratejik ve altyapı Yatırımlarından vazgeçemez.  
Devletin gap projesi, enerji santralleri, karayolları, Demiryolları, limanlar, havaliman-ları, elektrik ve su Projeleri yapması, özel sektörün yatırım yapmadığı Bölgelere devletin yatırım yapması devletçiliğin Ölmediğinin en güzel örnekleridir.   
  
6-İnkılapçılık:
    Tanımı : 
“Atatürkçü düşünce sistemi’ne dinamizm kazandıran ilkedir. Toplumun ihtiyaçları doğrultusunda çağın, aklın ve bilimin gerektirdiği yeniliklerin en kısa zamanda yapılmasını savunan ilkedir.”  
İnkılapçılık İlkesinin Esasları 
İnkılap, devlet ve toplum düzenindeki aksayan kurumları Kaldırarak yerlerine ihtiyaca cevap verebilecek yeni Kurumların oluşturulması anlamına gelir. 
Bu günkü demokratik, laik ve çağdaş devlet ve toplum Yapısına atatürk inkılapları ile geçilmiştir. 
Köhnemiş ve geçerliliğini yitirmiş,topluma yarardan çok Zarar getiren kurumların kaldırılıp atılarak yerine aklın Ve bilimin doğrultusunda yeni kurumların getirilmesi İnkılapçılığın en önemli gereğidir. 
İnkılabın durağan değil, sürekli ve dinamik bir biçimde Uygulanması gerekir. 
Dünyanın sürekli değişmekte ve bu değişen şartlara ayak Uydurmak devletimiz ve milletimiz için en önemli Zorunluluktur. 
Atatürk inkılaplarını çağın koşullarına göre geliştirmeyip Aynı şekilde korumak atatürkçü düşünce sistemi ve İnkılapçılık ilkesine aykırıdır. 
20 nci yüzyılda ortaya çıkan bütün ideolojilerin Yıkılmasına rağmen atatürkçü düşünce sisteminin dimdik Ayakta durması gerçeği,inkılapçılık ilkesinin dinamik Yapısından kaynaklanmaktadır.  
İnkılapçılıkilkesine göre;“değişmeyen tek şey, değişimin Kendisidir”  
İnkılapçılık ilkesinin yaşatılması ile atatürkçü düşünce Sistemi ve bu sistemi oluşturan atatürk ilkeleri çağlar Değişsede geçerliliğini ve önemini yitirmeyecektir.



- Atatürk'ün Devrimleri


Harf Devrimi:
Öğrenilmesi son derece güç olan Arap harflerinin yerine Türk harflerinin kullanılmasının sağlandığı harf devrimi “Türk Harfleri” adıyla 1353 sayılı kanunla, 1 Kasım 1928’de kabul edildi. Türkçe’nin yapısına en uygun alfabe olduğuna karar verilen Latin alfabesi alınıp, yeniden düzenlenerek, yurdun dört bir yanında Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk’te bu çalışmalara “Millet Mektepleri Başöğretmeni” sıfatıyla bizzat katılmıştır. Böylelikle okuma ve yazma kolaylaştırıldığından yurt genelinde okur yazar oranı artış göstermiş, Modern bir öğretim ve eğitimin gerçekleşmesi çalışmalarına hız verilmiştir.

Halifeliğin Kaldırılması:
1 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ün mecliste yaptığı konuşma ile halifeliğin kaldırılması gerektiği herkesçe kabul gördü. 3 Mart 1924’te TBMM tarafından çıkarılan bir kanunla halifelik kaldırılarak, yeni yapılacak ilke ve inkılapların önü tamamen açılmış oldu. Böylelikle yeni kurulan Türk Cumhuriyeti Devleti’nin laik düzene geçişi kolaylaştı. Yapılacak ilke ve inkılapların önü açılmış oldu. Saltanat ve Hilafet yanlılarının dayandığı en önemli güç odağı yok edildi. Din işlerinin doğru ve düzenli bir şekilde işlemesinin çalışmalarına başlandı. İleriki zamanlarda saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.

Saltanatın Kaldırılması:
Osmanlı Devleti’nin her döneminde hüküm süren saltanata artık bir son verilmeliydi. İşte TBMM’nin açılması ile başlayan bu yeni dönemde, bu konu değerlendirilmiş ve 1 Kasım 1922 tarihinde kabul edilen kanunla Saltanat kaldırılmış, halifelikte tamamen saltanattan ayrılmıştır. Atılan bu önemli adım, Osmanlı Devleti’nin hukuki olarak sona erdiği manasına gelmekteydi. Yapılan bu büyük inkılap sayesinde uluslar arası yapılacak antlaşmalarda artık Osmanlı Devleti olmayacaktı.

Türkiye’nin Yeniden İdari Teşkilatlanması:
Yeni Türkiye Devleti’nin idari yapılanmasına ilişkin 1921 ve 1924 anayasalarında bazı kararlar alınmıştır. 1923 yılında yönetim şekli olarak Cumhuriyet rejimi kabul edilmiştir. 1921 ve 1924 anayasalarında alınan kararlara göre ülke; iller, ilçeler, bucaklar ve köyler olarak yeni yönetim birimlerine ayrılmıştır.

Cumhuriyetin İlanı:
29 Ekim 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet tamamen halkın iradesini gözeten bir yönetim şeklidir. Cumhuriyet; demokratik bir ortamda, halkın kendi kendisini yönetecek kişileri seçme ve seçilme özgürlüğüdür. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile babadan oğula geçen yönetim biçimi olan, padişahlıkta tamamen ortadan kaldırılmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile  artık Türk milleti kendi yönetim şeklini de tamamen değiştirmiş bulunmaktaydı. 29 Ekim tarihinde anayasanın bu konuya ilişkin ilgili maddeleri değiştirilerek ülkenin yeni yönetim şeklide Cumhuriyet olarak şekillendirilmiştir. Oy birliği ile Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanlığına seçilerek, ilk cumhurbaşkanımız olmuş ve kürsüye çıkarak şöyle demiştir “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır”

Şapka ve Kıyafet Devrimi:
Atatürk yapmış olduğu devrimlerde Türk toplumunun uygar milletler gibi giyim ve kuşamda da ileri bir seviyede olmasını istemiştir. Atatürk ilk olarak bir yurt gezisinde Kastamonu’da halkın karşısına şapka giyerek çıkmış ve toplumun ilk tepkilerini ölçmüştür. Kastamonu’nun bir Anadolu şehri olması ve ilk tepkilerinin olumlu olması ile şapka giyilmesi toplumda kademe kademe rağbet görmüştür. Bu da yapılacak diğer devrimlere zemin hazırlamıştır. 25 Kasım 1925’te TBMM’de “Şapka Kanunu” kabul edilmiş, bu kanuna uymayanlar hakkında çeşitli ceza müeyyideleri uygulamaya konulmuştur. Kadınların çarşaf, peçe gibi kıyafetler yerine çağdaş giysiler giymeleri sağlanmış, erkeklerde fes yerine şapka giyilmesi kanuni zorunluluk haline getirilmiş, dinsel kıyafetlerle sokakta gezilmesi de yasaklanmıştır.

Soyadı Yasasının Kabulü: 
Soyadı yasası 21 Haziran 1934 yılında çıkarılmıştır. Yasanın çıkarılmasıyla her Türk vatandaşı kendisine uygun bir soyadı almakla yükümlü tutulmuştur. TBMM 24 Kasım 1934 yılında çıkardığı 2258 sayılı kanunla, Mustafa Kemal’e Türk’ün atası anlamını taşıyan “Atatürk” soyadını Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak vermiştir. Yine 1934 yılı içerisinde çıkarılan yasayla insanlar arasındaki ayrıcalıkları belirten ağa, bey, hacı, hafız, paşa, molla, hanımefendi ve hazretleri gibi lakap ve unvanların kullanılması yasaklanmış, böylece soyadı  kullanımıyla da yasalar önünde insanların eşit bir hale gelmesi sağlanmıştır.

Kadın Haklarının Tanınması:
  Atatürk’ün yapmış olduğu girişimler neticesinde, Türk kadınlarının iktisadi ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından bir dizi değişiklikler yapılmıştır. Kadınlara, 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme, 1933 yılında çıkarılan Köy Kanunuyla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 1934’te Anayasada yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştur. Kadınlara tanınan bu hakların o yıllarda bir çok Avrupa devletlerinde bile bulunmayışı, Atatürk’ün kadın haklarına verdiği değer ve önemi en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Takvim Saat ve Ölçülerde Değişiklik: Yurt içi ve yurt dışındaki ticari ilişkilerin düzenlenmesinde, çeşitli kolaylıkların sağlanması adına yapılan değişiklikleri kapsamaktadır. Ağırlık ölçüsü birimi olarak kullanılan okka yerine, kilo ve gram, uzunluk ölçüsü birimi endaze yerine, metre ve santimetre gibi ağırlık ve ölçü birimleri getirilmiştir. 1925 yılında çıkarılan kanunla Hicri ve Rumi takvimler yerine Miladi takvim kabul edilerek 1 Ocak 1926’dan itibaren de kullanılmaya başlanmıştır. Güneşin batışına göre ayarlanan saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi kabul edilerek modern saat uygulamasına geçilmiştir. Milli bayramlar ve tatil günleri yeniden düzenlenmiş,1935 yılında çıkarılan kanunla  hafta tatili Cuma’dan, Cumartesi öğleden sonra ve Pazar gününe alınmıştır.

Medeni Kanunun Kabulü:
Medeni Kanun’un kabulü (17 Şubat 1926) ile sosyal alanda tam bir eşitlik anlayışı gerçekleştirilmiştir. İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Medeni Kanun TBMM’de kabul edilerek 17 Şubat 1926 yürürlüğe konmuştur. Ailede kadın erkek eşitliği sağlanmış, yapılacak evliliklerde resmi nikah yapma zorunluluğu getirilmiş, tek eşle evlilik yapılması esası ve Kadınlara toplum yaşayışı içerisinde istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanınmıştır. Mahkemelerde tanıklık yapma ve miras ile boşanma konularında kadın ve erkek eşit hale getirilmiştir.

Eğitim ve Öğretim Devrimi:
 Atatürk, Türk toplumunun eğitim ve kültür seviyesinin yükseltilmesi ile öğrenim gören kişi sayısının artırılmasını amaçladığı eğitim ve öğretim alanında köklü değişiklikler yapmıştır. Osmanlı toplumunda yaygın halde bulunan mahalle mektepleri ve medreseler TBMM tarafından 3 Mart 1924 yılında çıkarılan “Öğretimin Birleştirilmesi” yasası ile kaldırılmıştır. TBMM, eğitim ve öğretim işlerini Milli Eğitim Bakanlığı’na vererek, kaldırılan mahalle mektepleri ve medreselerin yerine bir çok şehirde meslek okulları, öğretmen okulları, teknik okullar, ortaokul ve liselerin açılması sağlanmıştır. Çıkarılan Üniversiteler Kanunu ile Darülfünun kaldırılmış yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur.









- Basında Atatürk